Kediler hayatıma 14 yaşımdayken girdiler. Babamı kaybettiğimiz ve hepimizin dağılma noktasında olduğu o günlerde, annem balkondan bakarken aşağıda bir kedi yavrusu gördü. Onu coşkuyla bize gösterdi; yıkadık-pakladık ve koynumuza aldık. O küçük yavru bize unuttuğumuz sevgiyi, paylaşımı hatırlattı; o bize sokulup oyunlar oynarken biz de yeniden birbirimize sokulduk. Adını Kıvılcım koymuştuk ilk kedimizin. Bizimle kaldığı sürece, annemin yeniden kenetlenmemiz niyetine hizmet etti hep ufaklık. Çok güzel günlerdi. Komşumuzun yeni doğan torununa Kıvılcım ismini koyduklarında bize çok ısrar ettiğini hatırlıyorum kedimizin ismini değiştirelim diye. Tabi ki değiştirmedik; ne de olsa önce biz koymuştuk.
Sonra da pek çok kedimiz oldu. Ablamla sokakta bulduğumuz neredeyse her yavruyu eve getirirdik. Ama “sokak kedisi” ırkından olduklarından hormonlarının etkisiyle çabucak bizi terkedip giderlerdi. Çok da muzip isimler koyardık onlara. 1980’li yıllardı, birine Paşa ismini vermiştik. Çok toraman, güzel bir yavruydu. Annem imalı bir isim olduğunu düşünerek itiraz etmişti. Bir başkasının hasta olduğunu iddia eden dayım kediyi evden göndermişti, çünkü karnı şişti garibimin. Şimdi düşünüyorum da herhalde paraziti vardı. O günlerde hayvan besleyen çok kişi olmadığından, ya da onlar da bizim usullerle beslediğinden çevremizde veteriner kültürü yoktu. Bugünkü gibi kısırlaştırma, aşılama, hazır mama gibi bilgilerimiz olsaydı sanırım yıllarca bizimle yaşayan onlarca kedimiz olurdu.
Her zaman doğaya ve hayvanlara büyük sevgi besleyen biri oldum. Babam da öyleydi ve yıllarca anneme köpek almamız konusunda ısrar etti. Annemse köpeklerden, özellikle sokak köpeklerinden çok korkardı. Sokakta onca insan varken mutlaka anneme musallat olurlardı korktuğunu sezerek. Sonra annemin bize aldığı kedi ve ablamla benim eve getirdiğimiz bütün kedilerle hayvanat dünyasına bir kapı açmış olduk. Yıllar sonra annemle yalnız kaldığımızda bir köpeğimiz oldu. Fevkalade şirin ve muzip bir kırmaydı. Huysuz ve şımarıktı, ama çok eğlenceliydi. Yorganın altında, yatağın dibinde bizimle yatar, es kaza ayağımız değerse neredeyse bizi yataktan atacak pozisyonlara girerdi. Ben öğrenciydim o sıralar. Çalışma masamdaki herşeyi çalıp kaçar, beni saatlerce aratırdı. Birgün sebepsizce üzerime saldırdı. Annem gerçekten çok korktu. Galiba deliriyor diye düşündük ve artık tehlikeli olduğuna karar verdik. Ağlayarak Tombik’imize yeni bir yuva bulmak zorunda kaldık. Bütün huysuzluklarının kırma oluşundan yani asil bir ırktan gelmediğinden olduğunu varsaydık. Bu aslında “sokak kedileri” ile olan tecrübelerimiz nedeniyle edindiğimiz bilgilerden -belki de cehaletimizden kaynaklanıyordu.
Bu arada hayvan besleme konusunda biraz daha ilerleme kaydetmiş, en azından veteriner olgusunu öğrenmiş, buna çok önem vermiş ve hatta sevgili aile doktorlarımızı dost edinmiştik. Tombik’i Rus finosu diye almıştık ama doktorumuz onun kırma olduğunu söyledi. Buna hiç aldırış etmemiştik son olaya kadar. Çünkü öyle sevimli, akıllı ve muzipti ki, onu çok seviyorduk, ırkının bir önemi yoktu bizim için. Ailemizin üçüncü üyesi olmuştu aslında hiç de kilolu olmayan Tombik. Onu vermek zorunda kaldıktan sonra çok özledik. Ondan gözyaşları eşliğinde bahsediyorduk. Hatta annem de ben de yeni yuvasından kaçıp gelir mi diye uzunca bir süre ümit ettik. Onca yolu gelse herşeye rağmen ona kucak açardık. Ama sanırım yeni bahçeli evi onun için daha uygundu.
İlerleyen aylarda yeni bir köpek arayışına başladık. Anası-babası belli, asil ırktan, uysal bir köpek istiyorduk. Gazete ilanlarında rastladığımız yavruları görmek üzere gittik. Sevgili Lucky’miz daha 2 aylıktı. Diğer kardeşleriyle birlikte annesi, babası ve dayısı ile aynı evde yaşıyordu. Shitzu ırkındandı. Tam aradığımız gibi bir yavrucaktı. Hemen alıp eve koştuk. O kadar küçüktü ki, montumun kolunun içinde geldi eve kadar. Bizimle 14 yıl birlikteydi, bizi mutlandırdı, şereflendirdi. Olağanüstü asil, duygulu, hassas ve sevecendi. Köpeklerden korkan tüm arkadaşlarım onu çok sevdi, birkaçı da köpek sahibi oldu, Lucky’nin mevcudiyeti nedeniyle. Şimdi bile onu düşünürken gözlerim doluyor. Onu tanıma ve birlikte yaşamış olma şansına muktedir olduğum için minnet duyuyorum. Sevgili Lucky hayatıma öyle çok anlam kattı, bana öyle bir bakış açısı kazandırdı ki; çok insanın yapamayacağı kadar hızlı bir yapılandırma gerçekleştirdi yaşamımda. Teşekkürler, sevgili kız kardeşim.
Bütün bunlar elbette zamanla, insanın kendi gelişimiyle ve hazır oluşuyla ilgili. Herşeyin doğru zamanı olduğu bir gerçek. O zaman gelmeden yaşadığımız deneyimler, daha sonra düşündüğümüzde olgunlaşmamış veya yanlış gibi görünüyor gözümüze. Elbette ki, bir gün öncesine baktığımızda bile yanlış birşeyler görebiliyoruz, ancak kendimizi tanımakla başlayan kişiliğin gelişmesi ve ne istediğini bilme durumlarına biraz erişebildiğimizde yakın geçmişte yaptığımız şeyler daha az yanlış gelmeye başlıyor.
Hayatımdaki sevgili küçük varlıkların gerçek sorumluluklarını almam da Lucky ile başladı diyebilirim. Annem de ben de artık daha deneyimliydik, kıymetlimizin sağlık ve bakımını kişisel meselelerimiz olarak algılıyorduk. O, annemin kızı –iyi ki doğurmuşum seni diye severdi- benimse kız kardeşimdi. Bugün, geçmişe baktığımda ve o günlerdeki hatalarımı da görebildiğimde Lucky’nin bir başlangıç dönemi olduğunu biliyorum.
İşte tüm bunları deneyimlediğim ve hayatımın 7 yıl öncesindeki o dönemine beni taşıyan, Lucky ile paylaşımlarımdır. Bugünüme gelmem de, 7 yıl öncesindeki o dönüm noktasıdır.
Fırtınalı bir ilişki sonrası annemden ayrı bir eve taşınmıştım. Annem hala Lucky ile birlikte yaşıyordu. Bana, en azından bir kedi alarak yalnızlığımı paylaşmamı öneriyordu –Sezen Aksu’nun şarkısında geçen “bir kedim bile yok” sözlerine göndermeler yapıyorduk sık sık . Bense genellikle geç saatlere kadar çalışmam ve bolca seyahat etmem nedeniyle buna cesaret edemiyordum. Biraz da bağımsızlık hoşuma gidiyordu, başka birinin sorumluluğunu almaya hazır hissetmiyordum.
Bir Pazar günü annemle gezintimiz esnasında Kuğulu Park’ta mola verdik. Bir güvercinin uçamadığını fark ettik, kanatları kırılmıştı. Hemen alıp Lucky’nin doktoruna götürdük. Orada yuva bekleyen pek çok kedi yavrusu gördüm. İkisi bembeyaz mavi gözlü Ankara kedileriydi. Kardeşler daha 50 günlüklerdi, o kadar sevimlilerdi ki. Annemin de ısrarıyla dayanamayarak onlardan birini aldım. Bir kutuya koyarak sevgilimin evine gittim. Kutunun içinden bakan mavi gözleri görünce eriyip bitti. Ona isim aramaya koyulduk. Büyücülere merakım, Kral Arthur’un öğretmeni Merlin’in öğretileri hakkında okuduğum son kitap, çok sevdiğimiz Yüzüklerin Efendisi’ndeki Gandalf karakteri ve kedimizin beyazlığı nedeniyle ona Merlin ismini uygun buldum. Sevgilim de coşkuyla kabul etti.
Merlin kendine münhasır şahsiyeti ve ismiyle hayatımdaki kedi macerasının başlangıcı oldu. İsimlerin, varlıkların hayatını yönlendirebileceğini düşünüyorum. Ya da varlıklar, evrendeki varoluş biçimleriyle, duruşlarıyla isimlerini seçiyorlar aslında. Merlin de varlığını öyle sergiliyor ki; kedi sevmeyenler bile ona saygı göstermek zorunda kalıyorlar. Benim içinse sonsuz bir sevgi ve saygı abidesidir Merlin. Çünkü kedilerin gizemli dünyasını her an hatırlatıyor bana. Ve gizeme olan düşkünlüğüme bir pencere açarak bana öğretiyor. Ona Merlin’den başka bir isim konulabilseydi ancak ve ancak Ak Gandalf olabilirdi. (Hatırlarsanız, Gandalf karakteri filmdeki rolüne Boz Gandalf olarak başlar.)
Merlin belki de ismiyle birlikte kedilerin büyü gücünü, simyacı olabilmelerini kanıtlıyor bana. Çünkü Merlin -ve onunla birlikte bütün kediler de- doğayla bütünleşen, ortama uyum sağlayan ama kendi kurallarını da sonuna kadar direten ve bu sayede çevresinde dönüşüm yaratan varlıklar. Elbette ki bu, hazır olan ve görmek isteyenler için. Algılayabilenler için; belgesellerdeki büyük ve küçük kedilerin davranışları, doğal yaşamın gerektirdiği yüzeysel hareketlerle birlikte öylesine içsel ve büyülü bir dünyanın anahtarı ki...
Bunu anlamlandırabilmek gerçekten de çaba gerektiriyor. Ve inanıyorum ki kedilerin yaşamını algılayabilmek, varlığımızın neden-niçin gibi sorgulamalarını cevaplandırabilecek boyutta.
Eminim çoğunuz abarttığımı düşünüyorsunuz. Kedilerle gerçek anlamda yaşamı paylaşmayan –ki ben uzun yıllar onlarla yaşasam da algılayamamıştım- hiçbir insan bunu anlayamaz. Köpeklerle yaşam daha farklıdır. Daha bireyseldir, özeldir. Kedilerle yaşam ise doğayı anlamanın, ihtiyaçları algılamanın başlangıcıdır. Çevremizde öyle çok ihtiyaç sahibi varlık var ki, bunları fark edebilmemizde kedilerle paylaşımlarımızın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kediciler diye tabir edilen, uzun süre birçok kediyle hayatını paylaşmış olan insanlar sokak hayvanlarının ihtiyaçlarına daha duyarlı oluyorlar. Tabi bu bir genelleme ve sadece benim gözlemim.
Kendimden bir örnek vermek istiyorum –ve aslında bunu düşündüğümde içim sızlıyor-:
Annemin tatile gittiği bir dönemde Lucky’i eski kocamla evimizde ağırlıyorduk. Evimiz giriş katıydı. Yatak odasındaki camı odanın havalanması için açmış ve ara sıra içeri giren sokak kedilerini engellemek için kapıyı kapatmıştım. Lucky’nin ağlar gibi sesler çıkararak yatak odasının kapısında dönüp durduğunu fark ettim. İçeri girdiğimde küçük viyaklama sesleri duydum. Yatağın ayak ucunda, yorganın içinde bir kedi üç yavrusunu emziriyordu. Aslında çok tatlılardı, ama ben bunca yıllık “tecrübeme” rağmen korktum. Anne kedinin koruma duygusuyla saldırıya geçeceğini düşündüm. Lucky’nin onlara zarar vermeyeceğinden emindim ama annenin korkmaması için onu odaya sokmadım. Uzunca süre anneyi dışarı çıkarmanın yollarını aradık. Ama o yavrularını bir an olsun bırakmıyordu. Bir arkadaşım kedilerin sucuğa dayanamayacağını söyledi. Anneyi sucukla kandırarak odanın dışına çıkardık ve yavruları bir kutu içinde pencerenin dışına koyduk. Anne kedi sucuğunu yedikten sonra yavrularını aramaya koyuldu ve onları bulamayınca paniğe kapıldı. Ona, pencere dışından yavrularını gösterdik. Nihayet onların yanına gitti ve pencereyi kapattık. Tüm bu süre içinde Lucky ağlayarak koridorda bekledi. O, iki kere anne olmuş ve kurban bayramlarında yapılan katliamı pencereden ağlayarak izlemiş duygulu bir dişi idi. Kedileri gönderip kapıyı açtığımızda odayı koklayarak herkesin güvende olduğundan emin olmak istedi.
Bütün bunlar bir kurgu gibi geliyor şu anda. Kendime inanamıyorum. Bugün olsaydı, kesinlikle yatağımı onlara verip odayı terk eder, tüm imkanlarımı onlara sunar, ayrıca yavrularını emzirmek için bana güven duyarak evime getirdiğinden dolayı anneye şükranlarımı sunardım. Ama ne yazık ki o günlerde bu olgunluğa sahip değildim. Şimdi; o güzelim anneden özür dilerim, umarım tüm yavrular yaşamıştır.
Böyle bir duyarlığa kavuşmak için, yaşama bir kedi patisinin değmesi gerektiğini düşünüyorum. En azından benim için öyle oldu. Hayatımdaki yüzeysel doğa sevgisinin derinleşmesinin başlangıcı Merlin’in varlığıdır. Ve bugün hayatımı zenginleştiren üç dünya güzeline minnettarlığımı sunuyorum.