hazinelerim: kediler hakkında etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hazinelerim: kediler hakkında etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2014 Cumartesi

Dünya Emekçi Kadınlar Günümüz Kutlu Olsun!

Aşk bebesi Amanda'nın tüm insanlığa mesajıdır: 
Daha çok üretin / Daha az tüketin
Daha çok okuyun
Daha az konuşun / Daha çok düşünün
Daha az üreyin
Çevreyi koruyun
Herşey çok daha güzel olacak, söz veriyorum.
Sevgiyle kalın :)


9 Ekim 2013 Çarşamba

bir sinema macerası

Sevimli kediler buluşup Yıldız Sineması'na giderler.

Tom ve Jerry çok heyecanlıdır.

Yine de bazıları uyuyakalır.

 




"Her Eve Üç Kedi" projemize siz de katılın. İnsanın kedisi yanında olunca böyle gözlerinin içi gülüyor çünkü :)




9 Mayıs 2013 Perşembe

Balkon güzelleri

Balkonumda yapacak daha çok işim var. Eski sandalyeleri boyayıp, döşemelerini kaplayacağım. Deniz temalı olacaklar. Ama henüz fırsat bulamadım. Sadece çiçeklerimi ekebildim. Bu yıl bahar da yaz da çok erken geldi. Herşey harika.
Balkon güzellerim ise mükemmeller :)




Amanda ile yastıklarımızı kontrol ediyoruz

Amanda her daim annesinin yanında. Her ne yaparsam ciddiyetle bana yardım eder güzel kızım :)

12 Aralık 2012 Çarşamba

bebeciklerimin akşam sefası
















Kaşmir ve Amanda hayatımın en büyük aşkları.
12.12.12 güzellikleri olsun :)
Henüz bir değişim-dönüşüm yaşamadık ama, mucizeleri bekliyorum... Sevgi, hayatın en büyük mucizesi; daima sizlerle olsun.

3 Temmuz 2012 Salı

love: yastık

İşte tek kelimede hayatın anlamı. Daha doğrusu hayata anlam katabilmek için olması gereken. 


Çevremizdeki insanları sevdiğimizde; yaptığımız, yapmak zorunda kaldığımız şeyleri severek-isteyerek yaptığımızda "varolmanın dayanılmaz hafifliği"ni yaşamıyor muyuz? 


Bu yastık, yaşamımızdan sevgi enerjisini eksiltmememiz için küçük bir hatırlatma notu olarak tasarlandı. 


Kedilerim benim için öyleler. Onları her gördüğümde sevgi sözcüklerine boğuyorum. Düşünmek bile yetiyor gülümsemem için. Onlar mutluluğumun kaynağı birer sevgi yumağı olarak dolaşıyorlar etrafımda. Kıymetlilerim benim :)

30 Nisan 2012 Pazartesi

Bir Sarman Hikayesi
















Çocukluğumda bir erkek kedimiz vardı, adı Kıvılcım. Sokaktan almış, sevip sarmalamıştık. Ama onun gözü hep dışarılardaydı. Birkaç kez kaçmış, günlerce ortalıkta görünmemiş, sonra perişan halde eve dönmüştü. Zamparaydı anlayacağınız, çapkındı bizim yakışıklı sarman. Döndüğünde yıkayıp paklayıp yine bağrımıza basardık.

Yanılmıyorsam üçüncü baharıydı. Yine kızışmış ve camın önünden ayrılamaz vaziyette çılgın sesler ve kokular bırakmaya başlamıştı. Bir sabah alışılmışın dışında bir sessizlik olduğunda annem şüphelendi ve araştırmaya koyuldu. Amanın ! Bizim çapkın annemin mutfağa kurusun diye serdiği pirinçlerin üzerine bir güzel...

Annemin çıldırdığı andı. Ablamla tüm itirazlarımıza rağmen, okula giderken eve uzak bir parka bırakmamız için Kıvılcım'ı elimize tutuşturdu. Biz de onu hemen köşedeki bakkalın önüne bıraktık. Henüz çok genç olduğundan evin yolunu bulamamasından endişelendik. Gerçi annem tekrar eve alacak gibi görünmüyordu.

Akşam üzeri okuldan dönüşte hala bıraktığımız yerde oynar bulduk, sevgili kedimizi. Alıp eve getirdik tabi. Evimiz giriş katıydı. Annem işten dönüp kapıyı çaldığında pencereden dışarı bıraktık Kıvılcım'ı. Bir süre sonra balkon kapısına gelip bağırmaya başladı. Annem evin yolunu bulup geri döndüğü için kıyamayıp yeniden eve aldı.

Yıllar sonra gerçek hikayeyi öğrendiğinde epeyce güldük :)

16 Nisan 2012 Pazartesi

kedi oyun evi

Eski plastik banyo taburesinden kedilerime oyun evi yaptım. Tabureyi kot kumaşla kapladım ve önünde içeri girip çıkabilsinler diye bir boşluk bıraktım. Her iki tarafına punch nakışıyla kediler işledim.


Bu siyah kedi. Pembe çerçeve içinde :)

Bu da beyaz kedim :) Yeşil çerçeveli.

Çocuklarımın oynaması için ponpon ve püsküllerle 
süsledim.

Kapımızın zili de var.













































kedi oyun evi

Çocuklarım burada oynamaya bayılıyorlar.Aynı zamanda sehpa ya da tabure olarak kullanılabiliyor. Üzerini yine kot kumaşıyla kapitone yaptım.
Üç kedim olduğundan bu oyun evinde birlikte daha çok eğleniyorlar. Genellikle biri içeri saklanıyor ve diğerlerinin gelmesini bekliyor. Yanına biri yanaşınca içeriden pati atmaya başlıyor. Tek bir kedi de oynayabilir tabi ama birden fazla olunca daha çok eğleniyorlar ve onları izlemek de paha biçilmez bir zevk :) Aslında bu fikri bana kedilerim verdi. Taburenin her tarafını kaplayarak sehpa yapmayı düşünüyordum. Daha dikme aşamasında içine girip o kadar eğlendiler ki, ben de projemi değiştirmek zorunda kaldım. 


20 Ocak 2012 Cuma

Dünyanın En Değerli Varlıkları Üzerine

Kediler hayatıma 14 yaşımdayken girdiler.  Babamı kaybettiğimiz ve hepimizin dağılma noktasında olduğu o günlerde, annem balkondan bakarken aşağıda bir kedi yavrusu gördü. Onu coşkuyla bize gösterdi; yıkadık-pakladık ve koynumuza aldık. O küçük yavru bize unuttuğumuz sevgiyi, paylaşımı hatırlattı; o bize sokulup oyunlar oynarken biz de yeniden birbirimize sokulduk. Adını Kıvılcım koymuştuk ilk kedimizin. Bizimle kaldığı sürece, annemin yeniden kenetlenmemiz niyetine hizmet etti hep ufaklık. Çok güzel günlerdi. Komşumuzun yeni doğan torununa Kıvılcım ismini koyduklarında bize çok ısrar ettiğini hatırlıyorum kedimizin ismini değiştirelim diye. Tabi ki değiştirmedik; ne de olsa önce biz koymuştuk.

Sonra da pek çok kedimiz oldu. Ablamla sokakta bulduğumuz neredeyse her yavruyu eve getirirdik. Ama “sokak kedisi” ırkından olduklarından hormonlarının etkisiyle çabucak bizi terkedip giderlerdi. Çok da muzip isimler koyardık onlara. 1980’li yıllardı, birine Paşa ismini vermiştik. Çok toraman, güzel bir yavruydu. Annem imalı bir isim olduğunu düşünerek itiraz etmişti. Bir başkasının hasta olduğunu iddia eden dayım kediyi evden göndermişti, çünkü karnı şişti garibimin. Şimdi düşünüyorum da herhalde paraziti vardı. O günlerde hayvan besleyen çok kişi olmadığından, ya da onlar da bizim usullerle beslediğinden çevremizde veteriner kültürü yoktu. Bugünkü gibi kısırlaştırma, aşılama, hazır mama gibi bilgilerimiz olsaydı sanırım yıllarca bizimle yaşayan onlarca kedimiz olurdu.

Her zaman doğaya ve hayvanlara büyük sevgi besleyen biri oldum. Babam da öyleydi ve yıllarca anneme köpek almamız konusunda ısrar etti. Annemse köpeklerden, özellikle sokak köpeklerinden çok korkardı. Sokakta onca insan varken mutlaka anneme musallat olurlardı korktuğunu sezerek. Sonra annemin bize aldığı kedi ve ablamla benim eve getirdiğimiz bütün kedilerle hayvanat dünyasına bir kapı açmış olduk. Yıllar sonra annemle yalnız kaldığımızda bir köpeğimiz oldu. Fevkalade şirin ve muzip bir kırmaydı. Huysuz ve şımarıktı, ama çok eğlenceliydi. Yorganın altında, yatağın dibinde bizimle yatar, es kaza ayağımız değerse neredeyse bizi yataktan atacak pozisyonlara girerdi. Ben öğrenciydim o sıralar. Çalışma masamdaki herşeyi çalıp kaçar, beni saatlerce aratırdı. Birgün sebepsizce üzerime saldırdı. Annem gerçekten çok korktu. Galiba deliriyor diye düşündük ve artık tehlikeli olduğuna karar verdik. Ağlayarak Tombik’imize yeni bir yuva bulmak zorunda kaldık. Bütün huysuzluklarının kırma oluşundan yani asil bir ırktan gelmediğinden olduğunu varsaydık. Bu aslında “sokak kedileri” ile olan tecrübelerimiz nedeniyle edindiğimiz bilgilerden -belki de cehaletimizden kaynaklanıyordu.

Bu arada hayvan besleme konusunda biraz daha ilerleme kaydetmiş, en azından veteriner olgusunu öğrenmiş, buna çok önem vermiş ve hatta sevgili aile doktorlarımızı dost edinmiştik. Tombik’i Rus finosu diye almıştık ama doktorumuz onun kırma olduğunu söyledi. Buna hiç aldırış etmemiştik son olaya kadar. Çünkü öyle sevimli, akıllı ve muzipti ki, onu çok seviyorduk, ırkının bir önemi yoktu bizim için. Ailemizin üçüncü üyesi olmuştu aslında hiç de kilolu olmayan Tombik. Onu vermek zorunda kaldıktan sonra çok özledik. Ondan gözyaşları eşliğinde bahsediyorduk. Hatta annem de ben de yeni yuvasından kaçıp gelir mi diye uzunca bir süre ümit ettik. Onca yolu gelse herşeye rağmen ona kucak açardık. Ama sanırım yeni bahçeli evi onun için daha uygundu.

İlerleyen aylarda yeni bir köpek arayışına başladık. Anası-babası belli, asil ırktan, uysal bir köpek istiyorduk. Gazete ilanlarında rastladığımız yavruları görmek üzere gittik. Sevgili Lucky’miz daha 2 aylıktı. Diğer kardeşleriyle birlikte annesi, babası ve dayısı ile aynı evde yaşıyordu. Shitzu ırkındandı. Tam aradığımız gibi bir yavrucaktı. Hemen alıp eve koştuk. O kadar küçüktü ki, montumun kolunun içinde geldi eve kadar. Bizimle 14 yıl birlikteydi, bizi mutlandırdı, şereflendirdi. Olağanüstü asil, duygulu, hassas ve sevecendi. Köpeklerden korkan tüm arkadaşlarım onu çok sevdi, birkaçı da köpek sahibi oldu, Lucky’nin mevcudiyeti nedeniyle. Şimdi bile onu düşünürken gözlerim doluyor. Onu tanıma ve birlikte yaşamış olma şansına muktedir olduğum için minnet duyuyorum. Sevgili Lucky hayatıma öyle çok anlam kattı, bana öyle bir bakış açısı kazandırdı ki; çok insanın yapamayacağı kadar hızlı bir yapılandırma gerçekleştirdi yaşamımda. Teşekkürler, sevgili kız kardeşim.

Bütün bunlar elbette zamanla, insanın kendi gelişimiyle ve hazır oluşuyla ilgili. Herşeyin doğru zamanı olduğu bir gerçek. O zaman gelmeden yaşadığımız deneyimler, daha sonra düşündüğümüzde olgunlaşmamış veya yanlış gibi görünüyor gözümüze. Elbette ki, bir gün öncesine baktığımızda bile yanlış birşeyler görebiliyoruz, ancak kendimizi tanımakla başlayan kişiliğin gelişmesi ve ne istediğini bilme durumlarına biraz erişebildiğimizde yakın geçmişte yaptığımız şeyler daha az yanlış gelmeye başlıyor.

Hayatımdaki sevgili küçük varlıkların gerçek sorumluluklarını almam da Lucky ile başladı diyebilirim. Annem de ben de artık daha deneyimliydik, kıymetlimizin sağlık ve bakımını kişisel meselelerimiz olarak algılıyorduk. O, annemin kızı –iyi ki doğurmuşum seni diye severdi- benimse kız kardeşimdi. Bugün, geçmişe baktığımda ve o günlerdeki hatalarımı da görebildiğimde Lucky’nin bir başlangıç dönemi olduğunu biliyorum.

İşte tüm bunları deneyimlediğim ve hayatımın 7 yıl öncesindeki o dönemine beni taşıyan, Lucky ile paylaşımlarımdır. Bugünüme gelmem de, 7 yıl öncesindeki o dönüm noktasıdır.

Fırtınalı bir ilişki sonrası annemden ayrı bir eve taşınmıştım. Annem hala Lucky ile birlikte yaşıyordu. Bana, en azından bir kedi alarak yalnızlığımı paylaşmamı öneriyordu –Sezen Aksu’nun şarkısında geçen “bir kedim bile yok” sözlerine göndermeler yapıyorduk sık sık .  Bense genellikle geç saatlere kadar çalışmam ve bolca seyahat etmem nedeniyle buna cesaret edemiyordum. Biraz da bağımsızlık hoşuma gidiyordu, başka birinin sorumluluğunu almaya hazır hissetmiyordum. 

Bir Pazar günü annemle gezintimiz esnasında Kuğulu Park’ta mola verdik. Bir güvercinin uçamadığını fark ettik, kanatları kırılmıştı. Hemen alıp Lucky’nin doktoruna götürdük. Orada yuva bekleyen pek çok kedi yavrusu gördüm. İkisi bembeyaz mavi gözlü Ankara kedileriydi. Kardeşler daha 50 günlüklerdi, o kadar sevimlilerdi ki. Annemin de ısrarıyla dayanamayarak onlardan birini aldım. Bir kutuya koyarak sevgilimin evine gittim. Kutunun içinden bakan mavi gözleri görünce eriyip bitti. Ona isim aramaya koyulduk. Büyücülere merakım, Kral Arthur’un öğretmeni Merlin’in öğretileri hakkında okuduğum son kitap, çok sevdiğimiz Yüzüklerin Efendisi’ndeki Gandalf karakteri ve kedimizin beyazlığı nedeniyle ona Merlin ismini uygun buldum. Sevgilim de coşkuyla kabul etti.

Merlin kendine münhasır şahsiyeti ve ismiyle hayatımdaki kedi macerasının başlangıcı oldu. İsimlerin, varlıkların hayatını yönlendirebileceğini düşünüyorum. Ya da varlıklar, evrendeki varoluş biçimleriyle, duruşlarıyla isimlerini seçiyorlar aslında. Merlin de varlığını öyle sergiliyor ki; kedi sevmeyenler bile ona saygı göstermek zorunda kalıyorlar. Benim içinse sonsuz bir sevgi ve saygı abidesidir Merlin. Çünkü kedilerin gizemli dünyasını her an hatırlatıyor bana. Ve gizeme olan düşkünlüğüme bir pencere açarak bana öğretiyor. Ona Merlin’den başka bir isim konulabilseydi ancak ve ancak Ak Gandalf olabilirdi. (Hatırlarsanız, Gandalf karakteri filmdeki rolüne Boz Gandalf olarak başlar.)

Merlin belki de ismiyle birlikte kedilerin büyü gücünü, simyacı olabilmelerini kanıtlıyor bana. Çünkü Merlin -ve onunla birlikte bütün kediler de- doğayla bütünleşen, ortama uyum sağlayan ama kendi kurallarını da sonuna kadar direten ve bu sayede çevresinde dönüşüm yaratan varlıklar. Elbette ki bu, hazır olan ve görmek isteyenler için. Algılayabilenler için; belgesellerdeki büyük ve küçük kedilerin davranışları, doğal yaşamın gerektirdiği yüzeysel hareketlerle birlikte öylesine içsel ve büyülü bir dünyanın anahtarı ki...
Bunu anlamlandırabilmek gerçekten de çaba gerektiriyor. Ve inanıyorum ki kedilerin yaşamını algılayabilmek, varlığımızın neden-niçin gibi sorgulamalarını cevaplandırabilecek boyutta.

Eminim çoğunuz abarttığımı düşünüyorsunuz. Kedilerle gerçek anlamda yaşamı paylaşmayan –ki ben uzun yıllar onlarla yaşasam da algılayamamıştım- hiçbir insan bunu anlayamaz. Köpeklerle yaşam daha farklıdır. Daha bireyseldir, özeldir. Kedilerle yaşam ise doğayı anlamanın, ihtiyaçları algılamanın başlangıcıdır. Çevremizde öyle çok ihtiyaç sahibi varlık var ki, bunları fark edebilmemizde kedilerle paylaşımlarımızın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kediciler diye tabir edilen, uzun süre birçok kediyle hayatını paylaşmış olan insanlar sokak hayvanlarının ihtiyaçlarına daha duyarlı oluyorlar. Tabi bu bir genelleme ve sadece benim gözlemim.

Kendimden bir örnek vermek istiyorum –ve aslında bunu düşündüğümde içim sızlıyor-:
Annemin tatile gittiği bir dönemde Lucky’i eski kocamla evimizde ağırlıyorduk. Evimiz giriş katıydı. Yatak odasındaki camı odanın havalanması için açmış ve ara sıra içeri giren sokak kedilerini engellemek için kapıyı kapatmıştım. Lucky’nin ağlar gibi sesler çıkararak yatak odasının kapısında dönüp durduğunu fark ettim. İçeri girdiğimde küçük viyaklama sesleri duydum. Yatağın ayak ucunda, yorganın içinde bir kedi üç yavrusunu emziriyordu. Aslında çok tatlılardı, ama ben bunca yıllık “tecrübeme” rağmen korktum. Anne kedinin koruma duygusuyla saldırıya geçeceğini düşündüm. Lucky’nin onlara zarar vermeyeceğinden emindim ama annenin korkmaması için onu odaya sokmadım. Uzunca süre anneyi dışarı çıkarmanın yollarını aradık. Ama o yavrularını bir an olsun bırakmıyordu. Bir arkadaşım kedilerin sucuğa dayanamayacağını söyledi. Anneyi sucukla kandırarak odanın dışına çıkardık ve yavruları bir kutu içinde pencerenin dışına koyduk. Anne kedi sucuğunu yedikten sonra yavrularını aramaya koyuldu ve onları bulamayınca paniğe kapıldı. Ona, pencere dışından yavrularını gösterdik. Nihayet onların yanına gitti ve pencereyi kapattık. Tüm bu süre içinde Lucky ağlayarak koridorda bekledi. O, iki kere anne olmuş ve kurban bayramlarında yapılan katliamı pencereden ağlayarak izlemiş duygulu bir dişi idi. Kedileri gönderip kapıyı açtığımızda odayı koklayarak herkesin güvende olduğundan emin olmak istedi.

Bütün bunlar bir kurgu gibi geliyor şu anda. Kendime inanamıyorum. Bugün olsaydı, kesinlikle yatağımı  onlara verip odayı terk eder, tüm imkanlarımı onlara sunar, ayrıca yavrularını emzirmek için bana güven duyarak evime getirdiğinden dolayı anneye şükranlarımı sunardım. Ama ne yazık ki o günlerde bu olgunluğa sahip değildim. Şimdi; o güzelim anneden özür dilerim, umarım tüm yavrular yaşamıştır.

Böyle bir duyarlığa kavuşmak için, yaşama bir kedi patisinin değmesi gerektiğini düşünüyorum. En azından benim için öyle oldu. Hayatımdaki yüzeysel doğa sevgisinin derinleşmesinin başlangıcı Merlin’in varlığıdır. Ve bugün hayatımı zenginleştiren üç dünya güzeline minnettarlığımı sunuyorum.

19 Ocak 2012 Perşembe

fırın eldivenleri: parti 2


Fırın eldivenlerimi sevgili kız arkadaşlarıma hediye etmek için yaptım. Bu ikinci parti. Birincisini birkaç yıl önce yapmıştım. Yine kız arkadaşlarıma yılbaşı hediyesi olarak. Ben dikiş dikerken çocuklarım sürekli etrafımda dolanırlar. Kedileri bilirsiniz, herşey onlar için oyundur. Özellikle onlara verilmeyen oyuncaklara bayılırlar. Sevgili oğlum Kaşmir masada dolaşıp durdu ve kaşla göz arasında bir ipliğimi çaldı. Bir an boş bulundum, sonra peşinden koştum. Ağzından almama izin vermeden hızla yuttu. İpliğin ucunda bir dikiş iğnesi de olma ihtimali yüksekti. Emin olamadım tabi. Sonra derhal doktorumuza koşup röntgen çektirdik. Maalesef ipliği iğneyle birlikte yutmuştu. Hemen ameliyata aldılar bebeğimi. Neyse ki iğne herhangi bir zarar vermeden çıkartıldı. O bekleyiş süreci kabus gibiydi bizim için. O gün bugündür dikiş dikerken tehlikeli olabilecek hiçbir nesneyle yalnız bırakmıyorum yaramaz bebeklerimi.

7 Ekim 2011 Cuma

herşey böyle başladı...


Bir yaz sabahı başladı herşey. Annem dikiş dikmek için malzemelerini çıkardığında... Yumuşacık, rengarenk kumaşlara dayanamadım. Ve içlerine usulca sızdım, güneş tüylerimi sıcaklığıyla yalarken. Uyuyakalmışım. Herşey benim için oyun. Ama annem kızıyor bazen, onun oyuncaklarını karıştırdığımda. Ama mutluyuz ikimiz de; çok eğleniyoruz, herşeyden önemlisi bu işi seviyoruz, birlikte öğreniyoruz.